Gündelik
“Birazdan başlayacak gün. Birazdan kepenklerini kaldıracak şehir. İnsanlar geceden kalma kabuslarını bırakacaklar dağınık yataklarına, bırakamayanlar acele ile yıkadıkları yüzlerinden akıtmaya çalışacak. Avuçlarındaki su hoşnutsuzluğun ağırlığını temizlemeye yetmeyecek.
Vakitsizlikten demlenemeyen çayın acı tadıyla çabuk çabuk içerek, arıtmaya çalışacaklar ağızlarının keskin kekremsi tadını. Yüreklerinden ağızlarına yayılmış bu ağırlığı yine de atamayacaklar içlerinden. Oysa gün beklemeyecek onları ille de ilerleyecek. Tek tük insanlar belirecek sokaklarda, gecenin sokak köpeklerinin bıraktığı yerden, devralacaklar boş caddeleri adımlamayı. Başlayan günün telaşına tutulacaklar bir anda.
Günün soruları adımlarına takılacak. Yürürken görmeyecekler yolu, bakarken bilmeyecekler. Gün kendi bildiğince ilerleyecek. Güneş doğudan yükselecek. Her zaman. Onların bileceği de bu. Herkes gibi. Bu kesinlik yetecek. Hiçbir şey düşünülmemesi merak edilmemesi bundan olacak. Yoksa onlarda bilir bir çocuğun şaşkınlığını hatırlayarak gelen güne gülümsemeyi. Ama işleri bu değil ki. Anlamak çok uzak bir geçmiş şimdi. Sararmış bir fotoğrafın bir tarihine denk gelen ve o fotoğraf çerçevesinin sınırıyla yaşanmış bitmiş ve bir daha içinden çıkılmamacasına hapsedilmiş bir yaşam kırıntısı. Hepsi bu işte…
Şimdi saatin dakika sırasıyla uyanan insanlar doluşacaklar gündelikten içeriye… Gün; bağrış çağrış, itiş kakış, ne çok yalan yanlış durmamacasına ilerleyecek. Sabahki sorulardan daha ağır bir yorgunluk bırakarak dönülecek geçilen aynı yollardan…
Yavaş yavaş el ayak çekilecek caddelerden, geç kalanlar yanmış ışıklardan ürkerek uygunsuz düşmenin telaşında koşar adım ilerleyecek. Kilitlenecek kapılar tekinsiz gecenin üstene. Bir kez daha duvarların soğuk güvenine sığınılacak. Ve gece karanlık yalnızlığını örtecek şehrinin üstüne…
Tüm şehir uyuyacak ondan sonra, ertesi günün aynı gündeliğine uyanmak üzere…”