Zayıflık Üzerine

“…belki de kendi şahsına karşı beslediği hoşnutsuzluk, onun bu kadar zayıflamasına yol açmaktaydı.”
Zayıftı. Herkes sanki bunun farkında değilmiş gibi zayıf olduğunu söylüyordu. Bunu biliyordu ve bunu bilmenin yarattığı derin bir yarayla, görüntü bozukluğuyla yaşıyordu. Nasıl yaşadığına şaşırıyorlardı, kendisi de öyle… Bazen bu şaşkınlık öyle bir yerleşiyordu ki içine, çok büyük sıkıntılar çekiyordu.
Korkuyordu mesela. Çocukluğundan beri bu güçsüzlüğünün kendisini sınamasından korkuyordu. Babası ile arasındaki fiziksel benzeşmezlik herkesten daha iyi anlamasını sağlıyordu Kafka’yı. Ama bunu yaşamamak için bazen Kafka’yı anlamamış olmayı bile diliyordu. Bu durum, giderek insanın bu haliyle yaşamasını zorlaştıran bir hastalık halini alıyordu.

Hiç kimseyle kavga etmedi, hiç kimseyle dalaşmadı, hiç kimseyle karşılıklı küfürleşmedi ve hiç kimseye el kaldırmadı. Anne ve babası bundan dolayı hep iyi bir evlat olarak gördüler onu… Ama kavga etmeden nereye kadar yaşayacaktı ki? Doğada onun gibiler çoktan yenilip yutuluyordu, o ise yenilmemek için hep kaçtı. Halbuki hep yenilmek istemişti, hayatını yeni baştan yaratmak için. Onu görmemeleri, umursamamaları, bakıp gülmeleri onu çok yaraladı. Sonra bu yara’yı dönüştürebilmeye çalıştı. Yalnız kalacaktı, kitaplardan yarattığı kafeste kimseye görünmeden yaşayacaktı, insanlara bağırdığı ve onlarla dalga geçtiği tek yer bu kitap kafesi olacaktı. Onu duymayacaklarını tahmin edememişti ama ne olacağını bekliyordu ki? Kendisini sahipleneceklerini mi? Onsuz yapamayacaklarını mı? Açıkçası bu son söylediğini çok bekledi, hatta bunu düşünerek yaşamımı sürdürdüğü günler bile oldu. Yine yapıyor bunu, hatta belki bunları yazarak bu söylediği isteğe hizmet ediyordu.

Susmak ise çok daha dürüstçe olabilirdi. Zayıflığı içini en çok deşen acıya dönüştü: dikkat çekmek! İnsanlar yürüdüğünde, konuştuğunda, güldüğünde ona bakıyordu. Bütün davranışları ikiyüzlü bir şekilde oluşmaya başladı, sanki bu ikiyüzlülükle onları aldattı ve bundan zevk aldı. Umurlarında bile değilken insanları aldattığını düşünmek ona zevk verdi. Sustuğunda ona baktılar, bir şey bilip de konuşmadığını düşündüler. Konuştuğunda çok şey bilip az konuştuğunu düşündüler ve gözlerini ona diktiler. Cümlelerinden onu anlamaya çalıştılar, bütün kilitli odalarını açabilecek anahtarları bulmaya çalıştılar. Onlara gerçekten hiçbir şey bilmediğini anlatamadı. Aslında herkes çok şey bilebilir, yeter ki az konuşsun. Bütün herkes bunun böyle olduğunu düşünüyor. Gerçekten insanları hep böyle biçimlendirdiler, zararsız olan yararlı gibi gözüküyor herkese. Kendi halinde olmak büyük bir erdem gibi söyleniyor; halbuki suya sabuna dokunmadan yaşayan insanlar pis insanlardır, ruhları pistir, bakışları, fikirleri, algıladıkları dünya da onlar gibi sakattır.
… İlk kavgasını ne zaman yapacak, ne zaman büyük bir heyecan kaplayacak bütün vücudunu, ne zaman yaşamaya başlayacak, ne zaman kafesten uçup özgür olacak… Belki de hiçbir zaman. Onu seyredecekler, yüzlerindeki ifade hiç değişmeden uzun bir süre ona bakacaklar. İşgal edecekler onu, odalarını… Kitaplarını yakacaklar, onu sahipsiz bırakacaklar.
Şaşkınlıkla bıraktığı izleri takip ediyor.

Bir Yorum Yazın