Yazmalı Defter
İnsan anımsar. O nedenle, salt bu anımsama belası yüzünden -n’olurdu anımsamasak, belki, en azından bedenimiz daha mutlu olurdu şu dünyada- onun yaşamı bir hikâyedir ve böylece insanoğlu hikâyelere bağımlıdır. Çok sevdiğim bir Karadeniz türküsü vardır: Ey kemençe kemençe / nerdeydin dün gece / atar kırarım seni de / eğlencesin eğlence… Yani, kemençe çok konuşuyor, durmadan bir şeyler çalıp duruyor. Ama adam ona kıyamıyor; atar kırardım seni de (gel gör ki) eğlendiriyorsun beni… Yazarlardan rahatsızlık duyabiliriz, ama onların anlattığı hikâyelere de mecburuz. Çünkü anımsama var oldukça bu anımsamanın aktarılması gerekecektir. Deyim yerindeyse, anımsanmaların aktarılmadığı gün mutlak ölümün günü olacaktır. Hepimizin bildiği gibi, insan Midas’ın gördüğünü ve Midas’ın kulaklarının eşek kulaklarına benzediğini bir şekilde, birilerine söylemek zorundadır. Bir roman yazmak ya da bir öykü anlatmak işte tam olarak böyle bir şeydir. Güldüğümüz, ağladığımız ya da bir haksızlık karşısında öfkelendiğimiz zaman işte bu nedenle sorumluluk duygumuzun kabardığını hissederiz. İnsan pek çok şey karşısında, elinden bir şey gelmeyeceğini hemen hisseder. Birileri birilerini aç bırakıyorsa ya da öldürüyorsa sözgelimi. İnsanların çoğu korkuya kapılır hemen. Neyin korkusudur bu? Çaresizliğin. Korku, çaresizlik ve sessizlik. Ölümcül olan budur, belki en sonuncusudur. Çünkü, onun elinden bir şey gelmez. Ve bu bir kere olunca, insan celladına hayranlık beslemeye başlar. Besleyince de, gerçekte olması gerektiği gibi haksızı işaret edeceğine ezileni ve hor görüleni eleştirir. Ama ne kadar sürer bu? İnsanlar bir gün bir bir ayağa kalkıp Midas’in kulaklarının eşek kulakları olduğunu söyleyeceklerdir. Neden, çünkü insan anımsar ve hikâye anlatmadan duramaz.
Faruk Duman – Yazmalı Defter, Alakarga Yayınları, s.85-86